Yazar
Günümüzde özellikle bireysel boyutta haklar ve sınırlar üzerinde insanlarda gelişen farkındalıklarla beraber farklı bilim dallarının araştırmaları ve bunların sosyal dolaşımda görünürlük kazanmasıyla sosyal ilişki ve iletişimimizde aslında zaten varlığını sürdüren birçok olgu, kavramsallaşarak günlük dil kullanımında da yer bulmuştur. Bunlardan biri de hiç şüphesiz rıza inşasıdır. Bir bakıma kişiyi bir davranışta bulunma veya bulunmama ya da kendisine karşı bir davranışın gerçekleştirilmesine izin verme haline sokmaktır. Başta psikoloji olmak üzere daha bir çok alanda kendisine yer bulan bu kavramın cinsel ilişkilerde yerini ve Türk hukukunun bu kavrama yüklediği anlamı öğrenmek önemli ve bir o kadar da hayatidir.
Okuyuculara, “hayati” olarak nitelendirmemiz abartılmış olarak gelebilir. Fakat yazının devamında da açıklanacağı üzere kavramın hukuki sınırlarını bilmek kişinin “mağdur” olma ihtimaline karşı tedbirli ve bilinçli olmasını sağlar. Hatta cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarda “fail” olarak nitelendirilmemesi için ikili ilişkilerde davranışlarını kontrol etme ve hukuk düzeninin gereklerine uygun davranma farkındalığını kazandırabilir. Öncelikle cinsel dokunulmazlığa ilişkin suçlarda “hukuken geçerli rıza”nın sağlanması kişinin kendi iradesiyle, hiçbir cebir tehdit yahut hilenin etkisinde kalmaksızın cinsel nitelikli davranışlara rıza göstermesi anlamına gelmektedir. Rıza inşası ise tam bu noktada gri bir alan oluşturmaktadır. Peki günlük hayatta maruz kaldığımız ve belki de farkında olmadığımız rıza insası nedir, nasıl gerçekleşir?
“Kişinin rıza göstermediği herhangi bir cinsel davranıştaki “Hayır”ı “Evet”e çevirmek için kullanılan ve fiziksel zorlama içermeyen bütün yöntemler” rıza inşası kapsamında gösterilmiştir. Bu tanım kanundan veya hukuk normlarından doğmamaktadır. Sosyolojik anlamda özellikle de kadın hakları savunucularının öne çıkardığı bir tanımdır. Örneklerle açıklamak gerekirse: partnerlerden birinin diğer partnere
gibi isteklerine karşılık alabilmek için (fiziki bir zorlama yahut tehdit kullanmaksızın kişiyi yanlış bilgi ve aldatma yoluyla hileye maruz bırakmaksızın)
gibi aslında günlük yaşantıda kişiyi kendi istek ve arzusunun aksine davranmaya ya da düşünmeye ikna etmek olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha da örneklerini çoğaltabileceğimiz bir durumdan söz etmekteyiz. Tüm bu ikna çabalarının sonucu olarak kişi kendini, içinde olduğu romantik ilişkiyi sorgulamaya başlamakta ve karşı tarafın isteklerini yerine getirmek noktasında kendisini sorumlu hissetmektedir. Bu da bu tür davranışlara verilen rızanın iradi olup olmadığı, tam anlamıyla insanın karar verme ve verdiği karar doğrultusunda aksiyon alması hususunu çelişkide bırakmaktadır.
Eğer taraflardan biri sözlü, yazılı herhangi bir yolla mağduru cinsel yönden rahatsız edecek nitelikte fiziksel bir temas içermeyen cinsel nitelikli davranışlarda bulunuyorsa bu başlı başına TCK m.105’te düzenlenen cinsel taciz suçunu oluşturur. Cinsel nitelikli olmayıp mağdurun huzur ve sükununu bozmaya elverişli davranışların sergilenmesi (örn. Sürekli telefonla aramak, fiziken takip etmek, üçüncü kişiler vasıtasıyla kontak kurmaya çalışmak gibi) ise şartların sağlanması halinde TCK m.123 “Kişilerin huzur ve sükununu bozma” ya da yine şartları sağlanması halinde TCK m.123/A “Israrlı Takip” suçlarına vücut verebilir.
Konunun hukuki boyutuna geldiğimizde ise, daha dar bir yorumla karşı karşıya kaldığımızı söylemekte fayda var. Çünkü her ne kadar pahalı hediyeler, jestler, ikna etmek için sarf edilen davranışlar söz konusu olsa da Türk hukukunda ve yargı içtihatlarında “rıza inşası” ile elde edilmiş rızanın halen hukuken geçerli rıza olduğu yönünde kabul geçerliliğini korumaktadır. Öyle ki, cebir, tehdit ve hilenin olmadığı bir olayda “iradeyi etkileyen başkaca nedenin” varlığı tartışma konusu edilebilir. Fakat cinsel dokunulmazlığa karşı suçların düzenlendiği kanun hükümlerine bakıldığında “iradeyi etkileyen başkaca nedenler” kavramının TCK m.103/1-b’de düzenlenen “Çocukların cinsel istismarı” suçunda geçtiğini görmekteyiz. Bu da reşitler arası ilişkilerde bu kriteri değerlendirmeye alıp almama konusunda tartışma doğurmaktadır. İradeyi etkileyen neden olarak Yargıtay, TCK m.34’te düzenlenen geçici neden (kişinin algılama ve irade yeteneğini önemli ölçüde azaltan haller), alkol veya uyuşturucu etkisinde olmayı kabul etmiştir. Rıza inşası yoluyla karar alma iradesi bulanıklaşmış olan kişinin verdiği rıza bu bağlamda iradeyi etkileyen neden sayılır mı? Mevcut kanuni düzenlemeler ve mahkeme kararları ışığında iradeyi etkileyen neden olduğunu söylemek maalesef güç.
Doktrinde tartışılan husus ise, partnerlerden birinin rıza alabilmek için diğer partnerin “çaresizliğinden” yararlanması, çaresizlik halini kullanması noktasıdır. Söz konusu rıza göstermeyen partnerin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntı, aile ilişkilerindeki problemler gibi çaresizlik halinde olduğu diğer partnerce biliniyor ve rıza almak uğruna bu çaresizlik kullanılarak rıza alınıyorsa, bazı görüşler bu halin de hukuken geçerli rızayı ortadan kaldırdığı savunuyorlar. Bir örnekle açıklamak gerekirse, son dönemde mali olarak büyük bir sıkıntı içinde bulunduğu bilinen ve ailesinin geçimini sağlamak durumunda olan ve hatta çalışmakta olduğu işten de kovulmuş olan partnerin bu halini bilerek ona maddi olarak yardım edeceğini ama “kendisine de bir güzellik yapılmasını “ isteyen bir kişiyi düşünelim. Ve hatta bu yolla partneri cinsel ilişkiye girmeye ikna ettiğini varsayalım. Bu verdiğimiz örnekte çaresizlik içinde olan kişi artık kendisine karşı gösterilen cinsel nitelikte fiillere mukavemet göstermesi olanağının ortadan kalktığını ve bu nedenle de ortada hukuken geçerli bir rızanın bulunmadığı argümanı öne sürülebilir. Fakat, dediğimiz gibi bu tartışmalar reşit olanlar arasında değil , hukuken çocuk olan 15 yaşından büyük 18 yaşından küçük fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmiş kişilere karşı cinsel istismar suçlarında yapılmıştır.
Rıza inşası, manipülatif yapısıyla insan ilişkilerini şekillendiren ve giderek farklı formlarda karşımıza çıkmakta olan bir kavram. İnsanlarla kurduğumuz etkileşimlerde, karşımızdaki kişiyi bizim istek arzu veya beklentilerimize göre hareket etmeye yahut boyun eğmeye mecbur bırakacak her türlü girişimin sağlıksız olduğunun farkına varmamız ve bunu toplumsal bir kanı olarak yerleştirmemiz gerekmektedir. Toplumu domine eden ataerkil sistem ve kabullerin belki de en masum görünen şekli olan rıza inşası, bilimsel veriler ve araştırmalar ışığında netleştirilmeli ve özellikle sivil toplum örgütlerinin gündemine alınarak başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere hayatın her bir alanında kırmızı çizgi olarak kendine yer bulmalıdır. Toplumun gelenekçi kabullerinin değişmesinin zaman aldığını ve bu sürecin de sancılı bir süreç olduğunun farkındayız. Bu noktada özgürlükçü ve eşitlikçi bir hukuk anlayışı benimseyip, değişen toplum ve insan davranışlarını da dikkate alarak daha kapsayıcı bir koruma sağlanmasının üzerinde çalışılması gerektiğini düşünüyoruz.
Dilek Yekdemir
Kaynakça