Evli Kişiler Arasında Nitelikli Cinsel Saldırı (Tecavüz) Suçu İşlenebilir mi?

Bu metinde, evli kişiler arasındaki cinsel ilişkilerin, cinsel davranışların, ve evlilik içi tecavüzün hukuki boyutları ele alınmaktadır. Metinde, evlilik içi cinsel ilişkilerde hukuken geçerli rıza kavramının önemi ve evlilik içi tecavüzün suç olarak kabul edilip edilmemesi konuları tartışılmaktadır. Ayrıca, kadının hakları, cinsel özgürlüğü ve hukuki korunması da ele alınmaktadır. Metin, Türk Ceza Kanunu ve Türk Medeni Kanunu'na atıfta bulunarak bu konulardaki hukuki düzenlemeleri açıklamakta ve eleştirmektedir.

Efe Kaan Okyaz
Efe Kaan Okyaz -

Yazar

26 Mart 2024

Bir önceki yazımızda, cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar ve hukuken geçerli rıza kavramları birlikte ele alınarak tartışılmış ve bir kişiye karşı gerçekleştirilen -sözlü ya da fiziksel- cinsel davranışların Türk Ceza Kanunu uyarınca suç teşkil etmemesi ve bu kapsamda cezalandırılmaması için cinsel davranışa maruz kalan kişinin bu davranışa onay verdiği yönündeki iradesini hiçbir baskı ve dış etken altında kalmadan, serbestçe oluşturabilmesi yani hukuken geçerli bir rızaya dayalı olarak bu cinsel davranışı onaylaması ve istemesi gerektiği belirtilmiştir. Bu yazımızda ise evli kişiler arasında gerçekleştirilecek olan cinsel birlikteliklerin, cinsel ilişkilerin ve cinsel davranışların oluşmasında kişilerin “hukuken geçerli rızalarına dayalı istek ve onaylarının” aranıp aranmayacağı ve evli kişiler arasında nitelikli cinsel saldırı yani halk arasındaki tabiriyle “tecavüz” suçunun işlenebilip işlenemeyeceği irdelenecektir.

Kadının evlenmesiyle adeta kocasının mülkiyeti altındaki bir eşya haline geldiği ve cinsel arzularını tatmin etmek de dahil onun tüm istek ve ihtiyaçlarını yerine getirmesi gerektiği şeklindeki çağ dışı, ataerkil, kadınların toplumsal konumunu son derece aşağılayan, Anayasa`da düzenlenen ve bize bahşedilen temel hak ve özgürlükler başta olmak üzere hukuken de savunulması mümkün olmayan zihniyet, günümüzde tarihin tozlu sayfaları arasına gömülmüştür.

Toplumumuzda hakim olan, patriyarkal, kadını her alanda ikincil konumda gören fikirlerin aksine; hukuki ve resmi anlamda evliliğin nasıl kurulacağının tanımlandığı Türk Medeni Kanunu m. 142`de de belirtildiği üzere kişilerin aralarında evlilik ilişkisinin kurulabilmesi için evlenmenin gerçekleşmesine olumlu sözlü cevaplar vermesi gerekmektedir; ancak, evlilik birliğinin kurulması için eşlerin gösterdikleri bu sözlü istekler, bundan sonra evlilikleri süresince aralarında gerçekleşecek bütün cinsel ilişkilere ve cinsel davranışlara rıza gösterdikleri anlamına gelemez ve eşlerin evlenmeye gösterdikleri bu rıza, bundan sonra aralarında gerçekleşecek bütün cinsel birlikteliklere peşinen olumlu yönde irade göstererek onay verdikleri şeklinde yorumlanamaz. Zira, her ne kadar Türk Medeni Kanunu`na göre eşler birbirine karşı cinsel yönden de sadakat yükümlülüğüne sahip olsalar da evlilik olgusu, eşlerin sahip olduğu, hukuken korunan cinsel özgürlüklerinden birbirlerine karşı vazgeçtikleri ve kişi dokunulmazlığı ile maddi ve manevi varlıkları yönünden sahip oldukları, son derece önemli olan hak ve özgürlüklerini birbirlerine devrettikleri bir durum yaratmamaktadır. Zaten Türk Medeni Kanunu`nun; “Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz.” şeklinde düzenlenmiş olan 23. maddesinin 2. fıkrası bu duruma izin vermemektedir.

Nitekim, Türk Ceza Kanunu`nun 102. maddesinin 2. fıkrası; “Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi hâlinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikâyetine bağlıdır.” şeklindeki düzenlemesiyle, eşler arasında gerçekleşecek olan ve eşlerden birinin hiçbir baskı altında kalmadan olumlu yönde oluşturduğu özgür iradesine ve isteğine dayanan onayı yani “hukuken geçerli rızası” bulunmayan, oral, vajinal ve anal ilişki gibi kendi vücut bölgelerinden birine -ağzına ya da cinsel organına- cinsel organ ya da cinsel amaçla obje sokulması şeklinde gerçekleşen cinsel davranışlar; suç teşkil etmekte ve 12 yıldan az olmamak üzere hapis cezası verilerek cezalandırılmaktadır.

Her ne kadar Türk hukukunda söz konusu eşler arasındaki rıza dışı cinsel birliktelikler açıkça suç olarak tanımlanmakta ve cezalandırılmaktaysa da; söz konusu bu fiiller halen bazı ülkelerin hukukunda, ceza kanunlarında açıkça suç olarak tanımlanmamakta ve mahkeme kararlarında “koca tarafından evlilikten doğan ‘hakkın’ kullanıldığı” gerekçesiyle suç teşkil etmeyen, hukuka uygun bir eylem olarak nitelendirilerek cezalandırılmamakta ve Amerika Birleşik Devletleri`nin bazı eyaletleri gibi son derece gelişmiş hukuk sistemlerine sahip olan ülkeler başta olmak üzere bazı ülkelerin var olan ceza hukuklarında ise “evlilik içi tecavüz” suçunun oluşabilmesi için eşlerin ayrı yaşaması aranmaktadır.

Nitekim, Türk Ceza Kanunu`nun söz konusu bu maddesi 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmeden önce Yargıtay verdiği kararlarda, kadının kocasının cinsel arzularını tatmin etmekle yükümlü olduğu ve (şu an Türk Ceza Kanunu m. 26`da tanımlanan “hakkın kullanılması” kapsamında) kocanın bu yönde karısına karşı kanunen bir “hakka” sahip olduğu gerekçesiyle evlilik içi tecavüzü suç olarak tanımlamamakta ve erkeğin karısı üzerinde her türlü hakka sahip olarak adeta “efendisi” olduğu şeklindeki, 18. ve 19. yüzyıldan kalma, kadınların birer birey olarak hak ve özgürlüklere sahip olduğunu yadırgayan, ataerkil ve kadın düşmanı anlayışı desteklemekteydi. Ancak Yargıtay`ın bu eski içtihadının aksine, Türk Ceza Kanunu m. 102/2`nin açık düzenlemesi karşısında; erkeklerin evli oldukları eşlerine karşı her türlü rıza dışı cinsel davranışta bulunma haklarına kanunen sahip oldukları ve bu yönde yapacakları cinsel eylemlerin Türk Ceza Kanunu m. 26 kapsamında suç teşkil etmeyeceği şeklindeki argüman hem ahlaken hem de hukuken hiçbir şekilde savunulma imkanına sahip olamaz.

Ancak, ne yazık ki, söz konusu bu suçun; Türk hukukunda, verilecek bir mahkeme kararı sonucunda cezalandırılması; suç teşkil eden cinsel birlikteliğe maruz kalan eşin yani mağdurun resmi ve yetkili makama yani savcılığa şikâyette bulunmasına bağlanmıştır.

Oysa ki kapalı kapılar ardında ve dört duvar arasında, kimsenin tanıklığı olmadan vuku bulan bu suçun soruşturulması ve kovuşturulmasının yani savcının olayın gerçekleştiği yönünde toplayacağı deliller neticesinde mahkeme tarafından yapılacak bir yargılama sonucunda cezalandırılmasının, bu olayın savcı tarafından bir ihbar sonucunda veya kendiliğinden öğrenilmesine değil de mağdurun yani söz konusu suça maruz kalan kadının savcılığa resmi olarak şikayette bulunacak olmasına bağlanmış olması; evlilik içi tecavüzün suç teşkil etmediği yönünde son derece yanlış ve hukuk dışı bir kanının hakim olduğu, özellikle kadınlar açısından hak bilincinin, bireysel özgürlükler konusundaki farkındalığın ve bu yöndeki bilginin ataerkil anlayış yüzünden gelişemediği Türk toplumunda; evli kadının, rızası ve isteği olmaksızın kocası tarafından maruz kaldığı bu cinsel birlikteliği, toplumun “kadın, kocasına karşı var olan, özellikle cinsel anlamdaki yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır” şeklindeki son derece yanlış ve kadını bir obje olarak vasıflandıran ataerkil fikirleri ve bunu destekleyen toplumsal önyargıları kırarak dile getirmesinde ve ispatlamasında, hatta bu evlilik içi tecavüz eylemini suç olarak tanımlamasında ve kabul etmesinde ve bunun neticesinde, bu suçun cezalandırılmasında çok büyük engeller yaratmaktadır.

Hatta, kocasının ve kendi ailesinin yapacakları baskı ve kendisine karşı gösterecekleri cebir, şiddet ve tehditler sonucunda kadının şikayetini geri çekmeye zorlanacak olması da söz konusu bu suçun mahkeme önünde yargılanmasını, tespit edilmesini ve suçu işleyen kocanın cezalandırılması ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.

Bu nedenden ötürü, söz konusu bu evlilik içi tecavüz suçunun; mağdurun yani bu suça maruz kalan kadının şikayetine bağlı kılınması özellikle kadın hukukçular başta olmak üzere birçok hukuk fakültesi akademisyeni tarafından son derece ağır bir şekilde eleştirilmiştir.

Zira, her ne kadar Türk hukukunda evlilik içinde gerçekleşen rıza dışı cinsel birliktelikler suç olarak tanımlansa ve cezalandırılsa da söz konusu nedenden ötürü ne yazık ki gerçek hayatta bu yönde gerçekleşen somut olayların çok azı yargı önüne taşınabilmekte ve gerçekten cezalandırılabilmektedir. Bu nedenden ötürü, özellikle Türkiye Barolar Birliği, diğer barolar ve kadın hakları konusunda var olan sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere gerekli merciler tarafından; gerçekleşen bu evlilik içi tecavüzlerin soruşturulabilmesi ve kovuşturulması yani mahkeme önünde yapılacak yargılama neticesinde cezalandırılabilmesi için özellikle kadınların özgürce ve güvende olduklarının verdiği gönül rahatlığıyla şikayette bulunabilmelerini sağlayıcı etkin güvenlik önlemlerinin ve evlilik içi tecavüzün suç teşkil ettiği hususunda kadınları bilgilendirici ve onlarda bu yönde bir farkındalık yaratıcı etkili mekanizmaların kurulması son derece elzem ve gereklidir.

Kaynakça:

ERDOĞAN Berna, ALTUNTAŞ Medine, YÜKSEL Samet, KIZILTOPRAK Fatma, BİLİCİ Nimet, ÖZDEMİR Ömer, “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Rıza Kavramı”, http://hukukklinikleri.hukukfelsefesi.org/2020/12/29/cinsel-dokunulmazliga-karsi-suclarda-riza-kavrami-berna-erdogan-medine-altuntas-samet-yuksel-fatma-kiziltoprak-nimet-bilici-omer-ozdemir/,

(SGT: 31.08.2023).

ÖZER Yeşim Y., “Türkiye`de Evlilik İçi Tecavüz Suçu Tartışmaları”, Kadın Araştırmaları Dergisi, Sayı: 11 (2012), s. 1-20.

ŞARE Ersin, “Cinsel Özgürlüğe Karşı Suçlarda İlgilinin Rızası”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Sayı: 21 (2019), s. 977-1023.